Yalnız Mısralar
Sebepsizim hiç olmadığı kadar. Vurdun duymaz belki de, gördüklerim ve görmediklerim arkasında. Boya fıçısına batırılmış bir tablo gibi akıyor kanlar, soluk bir resmi andıran bedenimden. Siyah beyaz bir filmin aksiyon dolu süresince donuk bir karakter ya da figürandan öte kimliğim. Yalnızlığı ben mi aradım ki tek dal bir sigarada dahi ateşi sönmeksizin yanıyor…
Ölüm nasıl bir şey diye düşünür oldum bu aralar. Renksiz bir görüntü, dibi görünmeyen bir deniz, kırılmış ayna parçaları ya da bir adım atsam tutabileceğim bir şey olabilir miydi? Sersefil beden kolayca silinebilen, buruşmuş bir kağıttaki kara kalem izlerinin yanı sıra pek bir şey ifade etmiyordu sanki. Uçsuz bucaksız bir çölde var olan ruhum, kum fırtınaları ile boğuşur oldu nedensizce. İki farklı kişiliği andırıyor, beden ve ruh. Biri sadece düşünüyor, bambaşka bir kurgu yaratıp kendine, hayaller ile besleniyor. Diğeri ise istem dışı yaşıyor, tıpkı görünmeyen bir yaratıcı ardında ona sığınır gibi. Düşünceler beynimde bir labirentin farklı uçlarındaki gizemler emsali. Ne zaman duracak eksenimdeki kiklonlar bilmiyorum. Metamefroz geçirmiş bir canlı gibi hissediyor, ucubeleşmiş fikirlerim hep bir yanda kalmayı sürdürüyor. Belki de bundan dolayı sebepsizim hiç olmadığı kadar. Kendimle baş başa kalmaya ihtiyacım var derdim hep. Şimdi ise kalbimde hapsolan sevginin dışa vurumu arayışında, aşksızım.
Git gide yayılan bir zehir gibi sevgi, metastaz geçirmiş ve bedenimi sarmış sanki. Kara kalem elimde çizebildiğim kendimce mutena resimler. Yalnız ben varım içlerinde, yalnız. Sendeleyen bir beden her daim uçurumun kıyısında. Görünmeyen, göremediğim bir yüz sanki aynamda. Rağbet gösterilen bir çok şey arasında isteksizim bilmiyorum. Birçok aşk yarası almış vücudum, yerlere düşen parçalarımı topluyor rekoltelerde. Acı çekmiş bir insandı belki de, mazoşist tutumlarımın nedeni. Sanki değişiyor sadizm etkisine giriyorum git gide. Uzaklaşıyorum beni oluşturan etmenlerden, soğuklaşıyor hislerim. Anlatılsam bir şekilde, kasideler değil hicivler yer alacak söz portremde. Güvezleşmiş damlacıkları andırır kanın pıhtıları, yanmış kağıtlar gibi geçmişin yaşanmışlığı ile örtüşen anıları. Çölde bir kaktüs yalnızlığında bocalıyorum adeta. Yaşama bağlılığımı artıran hayallerim, anlaşılamayan hiyeroglifler gibi karmaşaya sürükleniyor. Dolaşamıyorum dilediğim gibi sahillerde, izleyemiyorum gün batımını istediğim süreçlerde. Deniz dahi istiskal etmiş beni, dalgalar homurdanıyor. Ilık bir esinti ile sevecen davranan rüzgar yüzümü kırbaçlamaya başlıyor. Bağımlı olduğum kaideler hüsrana uğramış, sil baştan yazıyorum her şeyi…
Düşündükçe batıyor gibiyim bir batakta, karanlık ile savaş verirken hüzne bürünüyorum izledikçe gün doğumunu şafakta. Bir çığlık duysam hiç susmayan belki de bir cümlede beni anlatan, ya da bir ses işitsem ezgisel, çıksa su yüzeyine bu boğulan beden. Değişir miydi birkaç sahne sonrası bilmiyorum. Yalnız geçirdiğim dakikalar tükenir miydi uzaktan birinin geldiğini bildiren kastanyet sesleriyle. Bir gelecek yaratmak için bulamıyorum hokkada yeterince mürekkep. Yazamıyorum dilediğim gibi bir prenses masalı. Gözlerimi yakan duman eşiğinde, kollarımdaki kesiklerin arasında uzaklaşamıyorum gerçeklikten, yutkunamıyor bir türlü savuramıyorum aciz geçmişi. Sanki yarınları da ele geçiriyor bir seçme şansı bırakmıyor bana. Belirsiz bir senaryoda nefret etmeye başlıyorum seyircilerden. Uzak durun, uzak dursun izleyen gözleriniz. Farklı bir dünyada, farklı bir kişi, farklı bir ruha sahip kendimde. O kadar anlamsız basitleşmiş çehreler var ki ancak yakınlarında olabiliyorum sahtemde. Günah nedir bilmez bir kişilik yavaş yavaş bedeni ile ödüyor hiçe sayılan bedelleri amortismanlarda. Sanki herkes çevremde bedhah olmuş bir tek ben kendime bedhah. Yalnız kaldığımdan mı bu arayış farkına varamıyorum. Sanki uzun bir koridor kapısız, kaybolmak dışında yapabildiğim bir şey olsa keşke. Belki de sessizce ölümü düşlemek sadece…
Satırlara yansımıyor verilen bedeller, sayfalarca anlatılmıyor sessiz bedenler. Karanlık bir odanın, en köhne görünmeyen kısmında dizleri üstüne çökmüş, bileklerinden oluk oluk akan kanların içerisinde ağlayan bir insanın resmine bakıyor olsam, kırılmış ayna parçalarındaki görünen yüzüm solgunlaşacak. Farklı bir şey yok ruhun yansıyışında, farklı bir mısra yok öksüz kanımda. İllegal düşünceler ve imtiyaz edilemeyecek sözler, kanayan kalpler ardında haykırmayı sürdürüyor oluşturduğum kısa öykülerde. Farklı başlıyorlar, farklı sonuçlanıyorlar ancak değişmeyen bir şey var ki ruhun bedenden çekilişinde, yavaş yavaş ruhun kıvranan bedenin tükenişini izliyorlar. Şimdi daha yalnız hissediyor, daha da gömülüyorum karanlığıma. Belki anlatamıyorum, belki anlamıyorlar sessiz tutumumun, kararsız kişiliğimin bocalıyor olduğunu. Uçabilseydim yükseklere ardından irtifa kaybedip düşseydim derinliklere. Ulaşabilseydim okyanusun kalbine, soluksuz kalıp yükselseydi ruhum bedenden. Ya da yanabilseydim sönmeden, koşabilseydim durmadan. Buz tutsa ellerim manşon olmadan, donsa vücudum ısınamadan. Yalnız kalır mıydım yine, karşılıklı konuştuğum yalnızlığımdan başka birisi olabilir miydi? Dökülecek damlası kalmamış yalnız mısralarımda…
WRITE By Burak TARI
22 Mart 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder